13 Mart 2010 Cumartesi

İLK GERÇEKLER - Rüyalarım Bana Ne Diyor?
























Hatırladığım ilk rüyam çok eskilere ait ve çok ürkütücü. Henüz 3 yaşındayım ve erişkinler gibi rüyalar görmüyorum. Yalnızca imgeler var. Ve gözümün önündeki tek görüntü oluk oluk akan KAN. Çığlıklar atarak uyanıyorum. “ANNEMİM ÜZERİNE KANLAR GELİYOOOOR!!!!” Uyandığımda bütün ev ahalisi başıma toplanmış durumda. Annemin gözleri fal taşı gibi. Herkes çok endişeli. Annem bana sarılıp beni sakinleştirmeye çalışıyor.

Bu benim, hatırladığım ilk rüyam olmasının yanısıra çocukluğuma dair en eski anılarımdan biri. Bundan daha eski olan anımsa, yine aynı yıllarda bize zaman zaman Bursa’dan kalkıp gelen dayımın her gelişinde beni dizine oturtup sevdiği ve çocukluğumun en muhteşem çikolatası olan metal tüpteki sarellelerden getirdiği. Ve ne zaman dışarı çıksa gelirken bir tüp daha getirdiği.

Bunların hatırladığım en eski anılar olmasının çok önemli bir anlamı var. Çünkü bu rüyanın hemen akabinde az önce bana verdiği mutluluğu sarelle tüpleriyle anlatmaya çalıştığım dayımın bir trafik kazası geçirdiğini ve hayatını kaybettiğini öğrendik.

O günden sonra annem her nedense benim gördüğüm rüyalardan korkmaya başladı. Bense gördüğüm rüyalara mistik anlamlar, 6. hisle bağlantılı yorumlar hiçbir zaman yüklemedim.

Taaa kiii, bu ocak ayında gördüğüm bir rüyaya kadar: Rüyamda çok sevgili arkadaşım Suna bana gelip “Pastamı sen mi alırsın annem mi diye soruyor?” Aklımdan: “Henüz ocak sonundayız. Suna’nın doğum günüyse Şubat’ın 27 sinde. Neden benden pasta istiyor ki?” diye geçiyor. Ama hiç tereddüt etmeden “elbetteki ben alıcam canım” diyorum. Neyi kutladığımızı tam olarak kestiremeden rüyamda Suna’yı bir yere yemeğe götürmeyi teklif ediyorum; ama yeri o seçecek. O da Haliç kıyısında bir restorana karar veriyor. Ve gidip harika bir yemek yiyoruz. Uyandığımda hissettiğim şey her zaman rüya gördüğümde hissettiğimden farklıydı. Rüyayı tam detaylarıyla hatırlıyordum ve çok gerçekçiydi. Ertesi gün Sunayla MSNde yazışırken gördüğüm rüyayı anlattım ona. O da inanamadı. Çünkü o hafta Ocağın 30’unda nişanlanmaya karar vermişlerdi ve nişan yeri olarak Haliç kıyısında bir restoranla anlaşmışlardı.

27 yıllık upuzun bir zaman diliminde 6. hisle ilgisi olduğunu düşündürebilecek yalnızca bu iki rüyamı anımsıyorum. Bunun dışında bana saniyelik ya da saatlerce sürdüğünü düşündürecek, yaşadığım günlük olaylarla son derece direkt ya da dolaylı olarak ilgili, sembolik ya da romansı binlerce rüya görmüşümdür. İlk anımsadığım rüya tüyler ürpertici olsa bile rüya görmeye bayılıyorum. Ve gördüğüm rüyaların en kritik bir yerinde uyanıverirsem gerçekten çok üzülüyorum. Tekrar görebilmek için çaba sarf ediyorum; ama çoğunlukla olmuyor.

Rüyaların yazılı tarihi M.Ö 3100 lerde Sümer tabletlerine dayanıyor. O zamandan beri de her kültürün, felsefenin ve psikolojik yaklaşımın kendine özgü bir rüya açıklama biçimi var. Bazı bilim adamları ise bunları saçma sapan, aslında hiç de bir manası olmayan süreçler olarak nitelendiriyorlar. Ben onların rüyalarında ne gördüğünü gerçekten çok merak ediyorum.


Benimse kendi gördüğüm rüyalardan yola çıkarak vardığım sonuç şu ki, rüyaların her birini aynı teori ile ele almak mümkün değil. Bu gördüğüm 2 rüyanın tesadüf olduğunu düşünmüyorum. Ama bu iki rüyadan yola çıkarak da tüm gördüğüm rüyaların haberci nitelikler taşıdığını söylemek çok anlamsız. Çünkü bazen yalnızca hareketsiz imgeler, nesneler, bezense iç çatışmalarım, sarsıcı duygularım, unutamadığım yaşantılarım rüyalarımda yeniden yeniden karşıma çıkabiliyor. Bazılarını anlayabilmek için her öğeyi tek tek konuşturmam gerekiyor. Bazısında ise öykünün tamamı bana bir şey söylüyor. Bazen hatırlıyorum bazen gözlerimi daha açmadan uçup gidiyor. Bunlardan daha farklı olarak, üniversite sınavına hazırlandığım yıllarda, uğraşıp uğraşıp çözemediğim matematik ya da geometri sorularını, gecenin bir yarısında “Buldum!” diyerek beni uykudan uyandırıp çözdürecek rüyalar gördüğümü hatırlıyorum.

Uykuda geçen süreç uyanık sürecimizden çok farklı. Çok yalıtılmış bir ortamda dikkatimizi bir çok şey bölmeden, bir sürü baskıyı da ortadan kaldırarak yeni bir düşünme ve algılama evresine geçiyoruz bence. Ve hal böyle olunca, uyanıkken bizi bölen bir sürü faktör de ortadan kalkınca alıcılar açılıyor. Tıpkı görme engelli kişilerin kulaklarının daha iyi duyması ya da duyamayan kişilerin burunlarının daha iyi koku alabilmesi gibi biz de belki bugün bilimsel olarak net bir şekilde açıklanamayan bazı fiziksel dalgaları daha iyi algılıyor olabiliriz. Suna’nın hayatında olup biten bir yerlerde kaydediliyorsa ben de bunları daha net okuyabilir hale geliyor, titreşimlerle bunları dalgalandıkları yerden benim dalgalarımla bütünleştiriyor olabilirim. (Bir gün şu an saçma gibi görünen bu cümlelerimin bilimsel bir gerçekliğe kavuşabilmesini umut ediyorum)

Dolayısıyla bu işin bir doğrusu yok. Her rüyanın uyandığımızda bıraktığı tat, hissettirdiği duygular onun gerçekten ele alınır nitelikte olup olamayacağını belirliyor. Ben de artık karar verdim ki nitelikli rüyalarımı yazmalıyım. Çünkü onların bana söylemeye çalıştıklarını ben gün içerisinde kendi kendime göremiyorum. Belki de bazen gerçekleri görebilmek için gözlerimi açık tutmama gerek yoktur ;)